Uzaklarda bir yeldeğirmeni ve hemen arkasında küçük bir köy, yazın serin serin akan berrak bir derenin kenarında, baharda rengarenk çiçeklerin açtığı, kuşların tatlı tatlı şarkılar söylediği...
Hayal kurmanın yaşı varmıdır sizce, varsa da yaşımıza uygun hayal kurmak zorundamıyız, bilmiyorum...ben yaşımızı unutup tatlı tatlı sonsuz hayaller kurarak farklı bir dünyada bir anlığına yaşamak ne kaybettirir bizlere diye düşünenlerdenim...bir anlığına tabii...çok da uzatmamak lazım...
O bir anda çok şeyleri hayal edebilir, kendimi o hayalin tam da ortasında bulabilirim, sonra o bir an bana çokkk uzun bir zaman gibi gelir.
Kitap okurken mesela, tabii buna hayal kurmak mı, yazarın anlattıklarını gözümde canlandırmak mı denir bilmiyorum. Ama hemen bir sahne hazırlarım hayal dünyamda, o sahne hep var aslında boş olarak ve her kitapda farklı farklı eşyalar ve insanlarla dolup taşar. Ve ben de otururum o sahnenin bir köşesinde, seyrederim yazarın yazmış olduklarını. Öylece giderim yazarın hayallerine doğru. Bu nedenle kitap okurken hemen bitirmek istemem, o kitabı daha çok görmek, hissetmek isterim, hele çok sevdiysem tekrar okurum...
En çok da bir resme bakarken o resmin içine girip dolaşmayı severim, en küçük bir ayrıntı bile yeter bana...kırık bir bahçe çiti, sonbahardaki ağaçların renk cümbüşü, uzaklara doğru giden belli belirsiz bir yol ve o yolda bir insan...
Ama sanmayın ki bu hayaller öyle saatlerce sürüyor, dakikalar bile değil, belki bir kaç saniye. Yetiyor bana, zihnimi toparlamaya, mantığı bir anlık olsa da bir kenara bırakmaya. Belki de mantıklı düşünmek zorunda olmak yoruyor artık...
Çok yorgum olduğum zamanlarda işe yarıyor bu yöntem;
Etamini hem işlerken dinleniyorum, hem de yaptıklarımı seyrederken...
Bu yeldeğirmenini işlerken olduğu gibi....
İşlediklerimi seyrediyorum, işlemediklerimi hayal ediyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder