istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yemek Beklemez: 2011

26 Aralık 2011 Pazartesi

KREMALI HAVUÇLU KEK



Havuçlu kek ne zamandır yapmak istediğim bir kek ve geçenlerde yaptım. Bir çok farklı tarifi var, ben bana en yakın olanını denedim, üstüne krema da olursa nasıl olur dedim ve bir de krema yaptım. Hiç de fena olmadı. Dolapta durdukça daha da güzelleşti sanki. Kremasının peynirli olması da aşırı derecede tatlı olmasını engelledi. Süslemesini de istediğiniz gibi yapmaya uygun bir kek...Yılbaşı akşamı sofralarınızı süsleyecek bir alternatif olabilir düşüncesi ile işte tarifi;




MALZEMELER

1,5 su bardağı rendelenmiş havuç

1 su bardağı hindistan cevizi

1 su bardağı ceviz içi

1,5 su bardağı şeker

4 tane yumurta

¾ su bardağı sıvı yağ

2 su bardağı un

2 tatlı kaşığı karbonat

1 tatlı kaşığı tuz

2 tatlı kaşığı tarçın

1 paket vanilya

Bütün malzemeleri mikser yardımı ile çırpın ve yağlanmış, unlanmış bir kek kalıbına dökün. 180° ısıtılmış fırında pişirin.

KREMASI İÇİN

250 g labne peyniri

150 g mascarpone

2 yemek kaşığı pudra şekeri

1 paket vanilya

1 /2 su bardağı süt

Krema malzemelerini mikser ile çırpın. Bu işlemi yaparken sütü yavaş yavaş katarsanız kıvamını ayarlamanız kolay olur.

Daha sonra pişirip soğuttuğunuz keki ortadan ikiye kesin ve ortasına bolca bu kremadan sürün, bol krema olursa daha güzel oluyor. Sonra da her tarafını bu krema ile kaplayıp istediğiniz gibi süsleyin.

Ve bu tarifi  "PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ 71.HAFTA " etkinliği için http://yesilmutfaktantarifler.blogspot.com/ `a memnuniyetle gönderiyorum ve teşekkür ediyorum.



AFİYET OLSUN






23 Aralık 2011 Cuma

KAR VE SALEP



Dışarısı soğuk, yılın ilk karı yağdı  ve  içeri girince insan sıcak birşeyler istiyor. Şöyle ellerinin arasında,  dumanı üstünde, buram buram tarçın kokuları yayılan büyük bir fincan salep mesela...nasıl olur...Bence çok güzel olur olmasına da, güzel bir salep yapmak için güzel bir salep tozuna ihtiyaç var. Bunun için çok araştırma yaptım ama tam bir salep tozu bulamadım. Hepsinin üstünde doğala özdeş salep aroması yazıyor. Ne demekse artık...bu da ayrı bir tartışma konusu ayrıca. Bunun için de birkaç yıl önce bulduğum ve diğerlerine göre daha iyi olan bir salep tarifi vermek istiyorum size, içinde salep olmayan salep tarifi...İçinde ne olduğunu bilerek içmek bana huzur veriyor. Eh gerçek salebi de bulduğumuz zaman afiyetle içeriz artık. Ama bu tarifi denemenizi  istiyorum, soğuk kış günlerinde sıcak bir içecek olarak ben çok seviyorum.




MALZEMELER

2 su bardağı süt

1 yemek kaşığı nişasta

1 yemek kaşığı damla sakızı reçeli ( damla sakızı da olabilir )

1 yemek kaşığı şeker ( isteğe göre arttırabilirsiniz )

Tarçın

Bütün malzemeleri bir tencereye koyup karıştıra karıştıra koyulaşıncaya kadar pişirin. Sonra fincanlara servis yapıp üstüne tarçın ilavesi ile afiyetle için...



AFİYET OLSUN 



22 Aralık 2011 Perşembe

ATEŞ BÖCEĞİ YOLU




Okumaya başladığımda hatta daha alırken çok fazla beni yormayacak bir roman olarak düşünüp beni eğlendirmesi yeterli demiştim kendi kendime. Bazen kitap okurken yorulmadan ve çok fazla düşünmeden okumak isterim, size de olur mu bilmem, hani tatlı tatlı okumak... Bu kitap da öyleydi işte ilk başlarda, hikaye çoğu kitapta olduğu gibiydi, pek şaşırtıcı bir şey yoktu. Ama bir gün arkadaşlar arasında sohbet ederken okuduğum kitaptan bahsetmek isteyince bir baktım ki anlatacaklarım bitmiyor, o kadar çok olay olmuş ki anlatırken şaşırdım, demek ki farkında olmadan çok güzel bir hikayenin içine girmişim. Evet gerçekten de öyle, çocukluktan başlayan bir arkadaşlık öyküsü, yarım kalan aşklar, aile ilişkileri, anne-kız, anne ve çocuk ilişkileri, kendimizden birşeyler bulabileceğimiz yaşanmışlıklar, 60`lı, 70`li, 80`li yıllar ve 2000 lerin başlarındaki olaylar, o yılların sanatçıları ve modası ve daha bir çok şey birarada anlatılmış aslında. Ve son  50 sayfası, okurken ağladım, sanki duygular son sayfalara sıkışmış kalmış, beklenmeyenlerle yazılmış bir final... Okumanızı isterim.









19 Aralık 2011 Pazartesi

VEEEE KAR





Bembeyaz oldu her yer. İnce ince yağarken,  eriyip gidecek diye düşünürken bir de baktık ki kaplamış her yeri. Ne güzel, kar sesliği doldu her yer...ve ayaklarımızdan yürürken çıkardığımız kar sesleri...Yılın ilk karı. İlk yağdığı zaman tadına doyum olmaz karın, daha donmadan, ayaza çekmeden tadını çıkarmak lazım. Yumuşak, tane tane...Her yeri kaplar, ağaçların en ince dallarına kadar, dallar yavaş yavaş boyun eğerler karın ağırlığına, ne kadar hafif gözükse de, sanki yeşil elbiselerini bu bembeyaz elbiseler için çıkartmışlarcasına poz veriyorlar şimdi... Kar gibi bembeyaz, beyazın en iyi tarifi...Bütün orman bembeyaz, kuşlar beyazın üstünde şimdi daha belirgin, onlar da karın ilk yağdığı zamanı değerlendiriyor, biliyorlar ki yakın zamanda üşüyecekler. Hava daha bir berrak ve tertemiz kokuyor. Çocukların hepsi dışarı çıkmak için can atıyor, kar ellemek yarışındalar, ilk buldukları fırsatta da hemen bir top yaptıkları kar kümesini yuvarlayarak kardan adama can veriyorlar. Burnunda havucu, kömür gözleri ile yeni  yeni kardan adamlar oluşuyor etrafımızda, kısacık ömürleri ile renk katıyorlar hayatımıza...Doyasıya oynamak var, yatmak var karların içine kimseden çekinmeden gönlünce... 



Her kar yağdığında, havada o kar kokusunu duyduğumda tek bir yeri hatırlarım, öyle güzel karı da başka hiç bir yerde görmedim sanırım, hem de şu anda olup olabilecek en fazla kara sahip olan yerde olmama rağmen. Kimbilir belki de çocukluğumdan kalan bir anı olduğu içindir. Babamın görevi için gittiğimiz Kağızman, Karsa bağlı küçük bir ilçeydi o zamanlar. Lisenin son yılına kadar orada kalmıştık. İlk defa orada görmüştüm boyumca kar yığınlarını, karlar arasında açılan yollardan gidilirdi. Nisana kadar da kalkmazdı yerden kar. Öyle alışırdık kara aylarca. Bu karlı yollarda çenelerinden sarkan buzlarla yürüyen mandaları hatırlarım hep, soğuklara meydan okurcasına ağır ağır...Kardan kapanırdı yollar. Don tutardı heryer...çeşmelere gelen borular...o nedenle daha havalar soğumadan bu boruların  etrafı kumaşlarla sarılırdı ama ne fayda buz tutardı gene, sıfırın altındaki soğuklara su molekülleri nasıl dayanacaktı ki. Annem suları kaynatıp boruların üstüne dökerek çözmeye çalışırdı yada ucundan alev çıkararak yanan bir aletle ısıtırlardı boruları. İşte bu pürmüz lambası ile de orada tanışmıştık, hemen hemen herkes bilirdi orada bunu. Annemin evin girişindeki taşlık kısmı silmesi çok hoşuma giderdi çünkü silinir silinmez buz tutardı bu taş alan ve bana buz pateni yapma şansı verirdi, çocuk olmak böyle bir şey işte...Donmuş patatesin tatlı tadı ile orada tanışmıştım belki de...Patates donunca tatlı olurdu, yenirdi gene ama portakalın donmuşu... hiç tavsiye etmem. Sanırım gazeteler bile yollar kapandığı için gününde gelmezdi, öyle kalmış aklımda.Her yerde kar olurdu ama orada yaşayan çocuklar çıplak ayakları ile oynamaktan çekinmezlerdi, ilk zamanlarda şaşırırdık ama zamanla anladık ki insan soğuğa da alışıyor. Akşamları daha da bir parlak olurdu gökyüzü orada, yıldızların ışıltısı aydınlatırdı karların üstünü, akşam vakti dışarda olmak güzel olurdu. İlk kayak denemesini de orada yapmıştık tabii, kışın ve karın getirdiği olumlu yanları kullanmak adına. Bu kadar karın yağdığı ve uzun zaman yerde kaldığı bu yerlerde baharlar nasıl olurdu dersiniz, tabii ki muhteşem, yolların kenarlarındaki su kanalları ağzına kadar erimiş kar suları ile dolar ve gür bir sesle akardı, doğa öyle bir yeşerirdi ki görmeniz lazım. Her yer meyve ağaçları ile doluydu zaten, dağların arasında kalmış bu yer kışın beyazlığına inat yemyeşil oluverirdi. Uzun elmalarla orada tanıştık, elma gibi kayısıları orada yedik, dut pestilinin içine taze cevizleri sarıp yeme şansını orada bulduk...Giderken istemeyerek gittiğim ama hala aklımda iz bırakmış olan o diyarlar şimdi nasıldır acaba,  gidip görmek lazım aslında yıllar sonra bile olsa...
İşte yıllar önce unutamadığım kar ile orada tanıştım ben,  doyasıya oynadım ve yattım karlar içine kimseden çekinmeden gönlümce, çocuk olmanın bütün avantajlarını kullanarak...  

15 Aralık 2011 Perşembe

COCO STAR KURABİYE



Bir arkadaşım vesile oldu bu kurabiyeyi yapmama, iyi ki de oldu, teşekkür ederim. Güzel bir kurabiye, gevrek ve çok hoş bir tadı var. Farklı şekillerde yapma ve süsleme imkanınız var. İster sade yapıp, üstüne çikolata sos dökün, ister çikolata sosun üstünü  bolca hindistan cevizi, fındık ile süsleyin… Aslı nasıl bilmiyorum ama bir çok tarife baktım, sanırım biraz çatlamış olacak.




MALZEMELER

1 kahve fincanı kakao

2 tane yumurta ( 1 tanesinin beyazı ayrılacak )

250 g tereyağ

2 kahve fincanı pudra şekeri

1 paket kabartma tozu

1 paket vanilya

Yaklaşık 3 su bardağı un

İÇ MALZEMESİ

1 su bardağı hindistan cevizi

2 çay bardağı pudra şekeri

1 yumurtanın beyazı

Önce iç malzemelerini hazırlayın. Yumurta akını beyaz köpük oluncaya kadar mikserle çırpın, sonra hindistan cevizini ve pudra şekerini katıp bir kaşıkla güzelce karıştırın.
Kurabiye için bütün malzemeleri karıştırdıktan sonra unu yavaş yavaş katarak, çok sert olmayan kolay şekil alabilen bir hamur yapın. Hamurdan küçük parçalar koparıp arasına hazırladığınız iç malzemeden koyarak kapatın ve yuvarlak şekiller vererek tepsiye dizin. 180°-190° ısıtılmış fırında 15 dakika pişirin.  Çikolata sosu hazırlamak için de çikolatayı benmari usulü eritin ve kurabiyeler soğuduktan sonra üstünü çikolata sos ile süsleyin.



AFİYET OLSUN



13 Aralık 2011 Salı

LAHANA SARMASI



Lahana sarması ama lahanası biraz değişik, en azından ben ilk defa gördüm buralara gelince. Yer değişikliğinin bu gibi faydalarını da görmek gerekir diye kendime  hatırlatıyorum bu yazıyı yazarken. Belki her yerde vardır ama benim dikkatimi son zamanlarda çeken bir lahana bu; Çin Lahanası... Ben lahana sarmasını çok sık yapmam ama yapmam gereken zamanlar da oluyor tabii, lezzetli bir yemek sonuçta. Güzel yapılmış bir lahana sarmasını yemek de çok zevklidir ayrıca. Bunun için de güzel bir lahana bulmak gerekir, işte bundan dolayı buradaki arkadaşlar ile uzun zamandır arayış içindeydik, denemeler ve tavsiyeler sonucunda bize en yakın lezzeti  verecek olan lahanayı bulduk. Şimdi herkes Çin Lahanasını kullanıyor ve çok da memnunuz. Kolay sarılabilir olması ise en güzel tarafı...Bizim lahanalarımıza göre biraz küçük ama olsun hiç fire vermeden sarılabiliyor, en içte kalan göbek kısmı da salatalarda çok lezzetli oluyor. Bu salatayı da bir başka tarifte anlatırım...



MALZEMELER

Soğan

Pirinç

Havuç ( rendelenmiş )

Dolmalık fıstık, kuş üzümü

Maydanoz, dere otu

Tuz, karabiber, tarçın, kesme şeker

Zeytinyağı



Malzemeler için miktar vermedim çünkü yapacağınız miktara göre ayarlamak sizin elinizde. Ama soğanını bol tutarsanız daha lezzetli olacaktır. Soğanları ince ince doğradıktan sonra ayıklayıp yıkadığınız pirinci ilave edin, zeytinyağı ile birlikte hafifce kavurduktan sonra içine diğer malzemeleri katın ve çok az bir su ilavesi ile kısık ateşte hafifce pişirin. Baharatların miktarını kendi zevkinize göre ayarlayabilirsiniz. Havuç ilavesi sizi şaşırtabilir ama deneyin...Sonra da haşladığınız lahana yapraklarını hazırladığınız bu iç malzemesi  ile doldurarak sarın ve tencereye dizdikten sonra az bir zeytinyağı, bir kesme şeker ve yeterli miktarda su ilavesi ile kısık ateşte pişirin. Servis tabağına aldıktan sonra eğer ekşili seviyorsanız üstüne limon sıkabilirsiniz. 
Ben tuzu çok az kullanırım, neredeyse  yok denecek kadar, gereği olmadığına inananlardanım. Ama en azından misafir için yaptığım yemeklere tuz konusunda dikkat etmem gerekir sanırım, çünkü bu sarmalara da o kadar az tuz atmışım ki... neyse sonuçta zararlı bir şey yapmadım ama biraz daha tuz ile daha güzel bir lezzet olurdu en azından misafirlerim için...



AFİYET OLSUN 



10 Aralık 2011 Cumartesi

AŞURE



Aşure, orijinali “Aşura”, Arapça’da 10 manasına gelen “aşara” kelimesinden türemiştir. Türkçe’ye ise Arapça’dan geçmiştir. Sözcüğün Sami Diller arasında ortak bir sözcük olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sözcük (ve gün) Musevilik inancında Büyük Kefaret Günü için kullanılmıştır. Hüseyin ibn Ali ve beraberindeki 72 müslüman hicri 61. senesinin Muharrem ayının onuncu gününde (10 Aralık 680) Yezid’in emriyle günlerce aç ve susuz bırakıldıktan sonra öldürüldükleri için o güne “Aşura Günü“ denilmiştir.

Aşure günü Hicri takvime göre hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür. Aşure gününde meydana geldiği rivayet edilen pek çok mucize söz konusudur. Bunlar;

Adem peygamberin işlediği hatadan sonra ettiği tövbenin kabulü
İbrahim Peygamberin ateşte yanmaması
Nuh peygamberin gemisinin tufandan kurtulması
Yunus peygamberin bir balığın karnından çıkması
İbrahim peygamberin ateşte yanmaması
İdris peygamberin diri olarak göğe yükseltilmesi  
Yakub peygamberin oğlu Yusuf peygambere kavuşması,
Eyyüb peygamberin hastalıklarının geçip iyileşmesi
Musa peygamberin Kızıldeniz’den geçip İsrailoğulları’nı Firavun’dan kurtarması
İsa peygamberin doğumu ve ölümden kurtarılıp göğe yükseltilmesidir.

Aşure tatlısı temelini dini bir inanıştan almaktadır. Aşure Çorbası da denen bu tatlı inanışa göre Nuh peygamberin tufandan sonra geminin erzak dolabında kalan yiyecekleri karıştırarak yaptığı bir tatlıdır. İçinde pek çok farklı malzemenin kullanıldığı ve gelenek olan aşure, Aşure Günü’nde yapılır ve komşulara dağıtılır.

İşte aşure ile ilgili okuyup da aklımda kalanlar bunlar, aslında daha çok var, ben kısaca bahsetmek istedim.

Her sene olmassa olmazlarımdandır aşure. Hele bir de dağıtabilirsem elimden ve gönlümden koptuğunca deymeyin keyfime. Bolluk berekettir benim için. Bir de denir ya kızları olanların yapması gerekir diye, bu da benim için yeterli bir sebeb zaten. İşte bu sene de bolluk ve bereket getirsin dileği ile yaptım aşureyi. Ama bu sene her sene olduğu gibi çok yapmadım, daha fazla sayıda dağıtmaktan yana gönlüm ama, bu sene de böyle oldu...Yapılışı çok zor gibi gelse de değil aslında, biraz zahmetli yani hazırlık aşaması uzun. Bir gün önceden buğday, nohut, fasulye gibi baklagillerini haşlayabilirseniz ertesi gün sadece pişirmesi kalıyor ve daha rahat oluyor.

MALZEMELER

2 su bardağı buğday

½ su bardağı nohut

½ su bardağı fasulye

½ su bardağı pirinç

2 su bardağı şeker

5-6 tane karanfil ( suda bekletin )

Kuru incir, kuru kayısı, kuru üzüm ( suda bekletin )

Ceviz içi, fındık içi, tarçın ve kendi zevkiniz ve alışkalıklarınıza göre başka şeyler de ilave edebilirsiniz.

Ben çeşit çok olsun diye biraz bulgur, tuz, portakal kabuğu gibi ilaveler de yaparım.

Akşamda ıslattığınız buğdayı  15 su bardağı su ile kaynatmaya başlayın. Su oranını kendinize göre ayarlayabilirsiniz.Buğday taneleri yumuşamaya başlayınca, yine akşamdan ıslattığınız ve haşladığınız nohut ve fasulyeyi ilave edin ve beraber kaynatın. Nohutun kabuklarını da ayıklayabilirseniz daha güzel olur.Şekerini de ilave edin. Pişdiğinden ve iyice birbirleri ile özleştiğinden emin olduktan sonra ateşi söndürün. Küçük küçük doğradığınız ve suda beklettiğiz  incir ve kayısı kurularını, kuru üzümü ve yine suda beklettiğiniz karanfilin suyunu da ilave edin ve karıştırn. Bu kuru meyveleri önceden atarsanız aşurenin rengini karartır. 2-3 portakalın kabuğunu rendeleyip, onları da ilave edin. Daha sonra arzu ettiğiniz kaplara servis edin ve üstüne de ceviz, fındık,tarçın serperek soğumaya bırakın...



EVİNİZE MİS GİBİ KOKULAR DOLSUN
BOLLUK BEREKET OLSUN
AFİYET OLSUN



7 Aralık 2011 Çarşamba

UN KURABİYESİ



KREM ŞANTİ İLE...

Evet krem şanti ile yapılmış un kurabiyesi. Bu tarifi o kadar çok gördüm ki, her seferinde de ben de yapmalıyım dedim ama ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Sonunda yapmaya karar verdim,  yine de acaba un kurabiyesi tadını yakalayabilirmiyim diye de düşündüm açıkcası. Ve sonuç bence süper oldu,  eh evde yapılmış un kurabiyesi  bu kadar olur, tarifi yazanlara çok teşekkürler...Denemediyseniz lütfen deneyin, pişman olmayacaksınız.



MALZEMELER

1 paket krem şanti

1 su bardağı sıvıyağ

3 su bardağı un

1 su bardağı pudra şekeri ( sadece üstü için )

Malzemeler bu kadar. Krem şanti ile sıvı yağı mikser ile karışana kadar çırpın, sonra da unu yavaş yavaş karıştırın ve çok yumuşak olmayan bir hamur elde edin. Yuvarlak şekiller verin. Şekil vermek biraz zor olabilir, çünkü biraz dağılma riski var ama sonunda oluyor. 180 derecelik fırında beyaz olacak şekilde yaklaşık 20-25 dakika pişirin ve fırından çıkarıp biraz soğuttuktan sonra pudra şekerine batırıp servis tabağına yerleştirebilirsiniz. İçinde katı yağ bulunmaması da beni  mutlu eden bir özellik. Ayrıca iyi muhafaza ederseniz,  çok uzun bir süre bozulmadan  kalıyor.



AFİYET OLSUN



1 Aralık 2011 Perşembe

FIRINDA MAKARNA






Kıymalısı, bol sebzelisi, domateslisi, peynirlisi  ya da sadece sade...her haliyle hiç kimsenin hayır diyemeyeceği bir tat makarna, o kadar çok çeşidi var ki...Çocukların  çok seviyor olması da ayrı bir güzel. Tabii ayarını kaçırmamak lazım her zaman olduğu gibi. Bu tarif aslında çok basit bir tarif ama bizim evde çok seviliyor. Eğer o gün fırında makarna varsa neredeyse başka bir şey  yenmiyor, yani doyurucu da aynı zamanda anlayacağınız.

MALZEMELER

3 su bardağı makarna

1 su bardağı süt

¼ su bardağı sıvıyağ

2 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri

3 tane yumurta

Tuz

Malzemeler bu kadar işte. Önce makarnayı haşlıyorsunuz. Ben bu sefer burgu makarna kullandım. Suyunu süzüyorsunuz. Başka bir kapta yumurtaları çırptıktan sonra süt ve kaşar peyniri ve tuz  ilavesi yapıp karıştırıyorsunuz. Peynirin 1 bardağını ilave etmeyin ama bir kenara ayırın. Sonra bu karışıma haşlanmış makarnaları da ilave edip güzelce karıştırın ve derince bir fırın kabına dökün. Bir kenara ayırmış olduğunuz 1 bardak kaşar peynirini de üstüne yayın. 200 derecelik fırında üstü kızarıncaya kadar pişirin.Ilık ılık da servis yapın.



AFİYET OLSUN



28 Kasım 2011 Pazartesi

BROKOLİ VE DOMATES




Yeşil ve kırmızının uyumu her zaman güzel duygular uyandırır bende, ikisi biraraya gelince ayrı bir canlılık ve tazelik anlatır sanki. Bu sefer yaptığım bu salata da olduğu gibi... Ben brokoli salatasını çok yaparım. Ben severim ama ev halkı da severse eğer daha büyük bir zevkle yapıyorum. Çok da sağlıklı ayrıca. Brokolileri yıkayıp doğradıktan sonra  bir de sirkeli suda bekletiyorum, eğer içinde göremediklerimiz  varsa temizlensin diye... Sonra kaynayan suya atarak 10-15 dakika kaynatıyorum. Tabii bu kaynatma süresi size kalmış, eğer yumuşak olsun derseniz biraz daha fazla tutabilirsiniz. Sonra brokolileri tabağa alın. Sos için de zeytinyağı, limon suyu, sarımsak ve tuzu karıştırıp üstüne dökün. Bu  miktarları zevkinize göre ayarlayabilirsiniz, çok limonlu, az sarımsaklı gibi... Bu haliyle tüketmeyi biz seviyoruz. Ama geçen gün bu salatayı yaparken dolapta duran minik domatesler ilişti gözüme ve neden olmasın dedim ve brokoliler haşlanırken onları da attım içine, sudan çıkarınca kabukları da zaten kolayca soyuldu ve ortaya böyle bir görüntü çıktı. Haşlanmış domateslerin tadı da gerçekten güzel oldu, denemenizi tavsiye ederim...



AFİYET OLSUN 



24 Kasım 2011 Perşembe

SİMİT YAPTIM



Evet gerçekten simit yaptım ve bunun için de beni heveslendiren  www.pelinchef.com   a çok teşekkür ediyorum. Simit her zaman  farklı olmuştur benim için. Sanki  memleket kokusu, tadı ... Bir de memleketten uzaklaşınca daha da özlenir oldu açıkcası. Her zaman yapabilirmiyim diye aklımın bir köşesinden geçirmişimdir ve her seferinde de olmaz da beni hayal kırıklığına uğratır diye cesaret edememişimdir. Tabii fırın simidi gibi olmadı ama bir ev fırınında ne kadar olursa o kadar... ve bu lezzet de benim için yeterli oldu. Şimdi sıra da yeniden yapmak, arkadaşlara tattırmak ve fikirlerini sormak var...






MALZEMELER

4,5 su bardağı un

2 su bardağı su

1 çorba kaşığı maya

1 çorba kaşığı şeker

1 tatlı kaşığı tuz

ÜSTÜ İÇİN

2 su bardağı susam

1 çay bardağı pekmez

2 çay bardağı su

İşte malzemeler.  Fazla bir şey yok aslında, önemli olan hamurun kıvamı. Ben miktarlarını verdim ama kendim nasıl heveslendiysem bu miktarlara sadık kalmadan normal mayalı hamur gibi yaptım hamuru. Çok yumuşak  ama ele yapışmayan bir hamur elde etmeniz lazım, bu nedenle her zaman dediğim gibi ununu azar azar katarsanız başarılı olursunuz. Sonra ister  50 derecelik ısıtılıp kapatılmış fırında, ister evinizin hava akımı olmayan bir yerinde üstünü kapatıp hamurunuzun mayalanmasını yani kabarmasını bekleyin. Bu arada susamlarınızı kavurabilirsiniz. Susamları kavururken dikkatli olmanız gerekir çünkü hemen yanabilirler, karıştırarak kavurun. Pekmezi  su ile karıştırın ve onu da bir kenara bırakın. Hamurunuz kabardıysa  işin zevkli kısmı başlıyor demektir. Hamura aşağıdaki gibi şekil verdikten sonra 
















önce pekmeze batırıp sonra da bolca susama batırıyorsunuz, tepsiye diziyorsunuz. 200-220 dereceye getirdiğiniz fırında kızarıncaya kadar pişiriyorsunuz ve sonra da çıtır çıtır tadına bakıyorsunuz.




AFİYET OLSUN













23 Kasım 2011 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ



BÜTÜN ÖĞRETMENLERİN VE 
BENİM ÖĞRETMENLERİMİN 
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...












Resim: forumalev.net

20 Kasım 2011 Pazar

POĞAÇA AMA MISIR UNU İLE



Çocukluğumdan kalma bir tadı var mısır ununun bende. Samsunlu bir arkadaşım vardı ve onların evine gidince annesi  mısır unundan yuvarlak bir ekmek yapıverirdi tavada, tadı çok güzel olurdu, ağızda kıyır kıyır dağılan lokmaların tadı uzun süre  kalırdı damağınızda, hala bu tadı hissettiğime göre oldukça uzun bir süre bu... Bir aralar mısır unlu tuzlu kekler yapardım ama uzun süredir yapmıyorum. Ama bloglar arasında gezinirken, takip ettiğim bir blog olan http://yemekkvakti.blogspot.com  da gördüğüm poğaçaların mısır unu ile yapılmış olması beni harekete geçirdi ve hemen denedim. Kendisine teşekkür ediyorum. Tadı güzel oldu bence, mısır ununun tadı ve ağzınızda dağılması sevenler için çok güzel. Yapılışı hemen aşağıda...




MALZEMELER

150 g tereyağ

1 çay bardağı sıvıyağ

2 tane yumurta ( bir tanesinin sarısı üstüne sürülecek )

3 yemek kaşığı yoğurt

2 su bardağı mısır unu

1,5 su bardağı un

1 paket kabartma tozu

Tuz ( istediğiniz miktarda )

İÇ MALZEMESİ

İstediğiniz bir peynir, maydanoz,  karabiber ve tuz

Önce iç malzemesini hazırlayıp bir kenara bırakın. Bir yumurtanın sarısı hariç bütün malzemeleri biraraya getirip güzelce çok fazla katı olmayan bir hamur haline gelene kadar yoğuralım. Bunun için unun hepsini birden değil, azar azar katarak yoğuralım ki hamurumuz çok fazla katı olmasın. Hamurdan parçalar koparalım ve arasına iç malzemeden ilave ederek poğaça şeklini verelim, tepsiye dizelim. Ayırdığımız yumurta sarsını da üstüne sürelim ve her birinin üstüne biraz da mısır unu serpelim, sonra da 180 derecelik fırında pembeleşinceye kadar pişirelim.



AFİYET OLSUN















16 Kasım 2011 Çarşamba

YOLLAR



Her gün, günün herhangi bir saati olabilir, uygun bir zamanda, o gün olmazsa ertesi gün ama mutlaka... yürüyüş yapmaktan bahsediyorum. Alışkanlık böyle bir şey herhalde. Nasıl oldu anlamadım ama beni dışarıya çeken bir şeyler var. Kalabalık yerler  ya da şehir merkezinden bahsetmiyorum. Ağaçlar, çiçekler, su kenarı, küçük ormanlar gibi... Yürümek, yürümek... tempolu ama yavaş değil. Belli bir hızda ama etrafa dikkatli bakarak ve bu güne kadar görmediklerimi görmeye çalışarak, değişiklikleri kaçırmadan. Doğanın değişimine tanıklık yapmaktan, yaprakların sararıp yerlere düşerek ayaklarımın altına bir halı gibi serilmesinden bahsediyorum. Bu aralar yapraklar adeta kar gibi üzerime dökülüyor, bastığım yerleri göremez oldum yapraklardan. Ağaçlar da bu durumdan memnun gözüküyorlar, eskidi bu elbiselerimiz nasıl olsa ilkbaharda biz yeniden güzel güzel giyiniriz der gibiler. 



Sonbahar geldi kış çok yakında, bu zamanın tadını çıkarmak gerekir, etrafa daha çok bakmak gerekir. Ağaçlara, yapraklara, yeri kaplamış yaprakların arasında boy vermiş mantarlara; irili ufaklı,  bazıları renkli...Bunlar arasında dolaşan ve bir ayak sesi duyunca hemen ağaca tırmanıp endişeli ve meraklı gözlerle bana bakan kabarık kuyruklu, tarçın renginin güzelliğinde sincaplar da bu yürüyüşün alışkanlık sebeblerinden. Öylece kıpırdamadan durup size bakarlar, eğer siz de kıpırdamadan duruyorsanız. Öylece bakarlar hem de gözlerinize, korku dolu, kaçmaya hazır... Çok bakıştık sincaplarla böyle, kalp atışlarını bile hissedebilirsiniz. Zarar gelmeyeceğini anlayınca da sakin bir şekilde tırmanırlar ağacın en üst dallarına doğru. Bazen yere düşen palamutları yuvalarına taşımalarına tanıklık ediyorum, şimdi onlar için kışa hazırlık zamanı...


Yollar aynı yollar, yürüdüğüm yerler belli. Her gün aynı yerlerde yürümek sıkar insanı diye düşünebilirsiniz çünkü ben de öyle düşünmüştüm başta ama hala sıkılmadım. Mutlu oluyorum yürürken. Yollar aynı duruyor ama zamanlar ve üstünde geçen olaylar farklı aslında. İşin sırrı aynı yerlerden farklı saatlerde geçmek aslında.

Sabah erken çıkarsam eğer, okul telaşı oluyor her adımda, çocuklar annelerinin arkalarında ya da ellerinden tutarak ama küçük olan adımlarını daha da küçülterek, koşarcasına yol alıyorlar. Gözlerde uyku hala var ve uyanmaya çalışarak. Anne, babalar da ayrı bir telaşlı, çünkü bir an önce bu ufaklıkları okula bırakıp, kendilerini işe yetiştirmek zorundalar. Yanımdan koşar adımlarla geçiyor hepsi, görmüyorlar bile beni...

Öğleye doğru ya da öğleden sonra yürüyorsam eğer bu yollarda, rahatlamış insanlar görüyorum. En çok da köpekleri görüyorum onları gezdiren sahipleri ile. Onlara da alıştım, arar oldu gözlerim, bazen sadece onları görebilmek için bile yürüyüşe çıktığım oluyor. Nasıl da anlıyorlar gezmeye çıktıklarını, sağa sola koşturup oynuyorlar, ama sürekli gözleri sahiplerinde, sözden çıkmadan, bir çocuk annesini ne kadar dinler bilmiyorum. İşte bu saatlerde insanlar birbirini görüyor, selamlaşmanın en çok olduğu saatler... 


Akşama doğru bitkin ve yorgun  insanlar geliyor artık bu yollara. Günün yorgunluğunu, stresini, yaptıkları ve yapamadıkları, iş yerindeki problemlerini taşıyorlar üstlerinde.  Ya da eve döndüklerinde yapacakları işlerin telaşı var yüzlerinde, gün şimdilik bitmiş ama bir kısmı hala evde bekliyor onları. Ama eve dönen gençler ve çocuklar çok mutlu, sabaha göre daha bir enerji dolu  gözüküyorlar. Daha ne olsun, okulda bir gün daha bitti işte, onlar sevinmesin de kim sevinsin.  Genç olmak vardı...

Bu yolda sürekli bir canlılık var. Bölümler halinde devam eden bir dizi gibi. İzlemek hoşuma gidiyor. Daha ne kadar izlemek isterim bilmiyorum ama bana çok iyi geldiği kesin. Doğanın içinde olmak, kuş seslerini duymak ve dinlemek. Bu nedenle kulaklıkları ile yanımdan geçen insanları anlayamıyorum. Müzik güzeldir ama ben kuşları ve bu yolların sesini dinlemeyi seviyorum. Sessizlikte düşünmeyi seviyorum. Bu güzelliklerden payıma düşenin tadını çıkarmak istiyorum.












10 Kasım 2011 Perşembe

TAVUK SALATASI


Tavuk yemekten sıkıldıysanız bir de bu şekilde yemeyi deneyin.  Farklı bir lezzet, salata ama yemek gibi hem de besleyici hem de görüntüsü güzel, tabii bunlar benim fikrim, siz de deneyin fikriniz olsun... Malzemeler için miktar vermiyorum, miktarı  isteğinize ve ihtiyacınıza göre ayarlayabilirsiniz, sevdiğiniz malzemeleri daha fazla ilave edebilirsiniz...





MALZEMELER

Haşlanmış ve parçalara ayrılmış tavuk göğsü

Maydanoz

Dere otu

Roka

Lahananın göbek kısmı

Salatalık turşusu, kornişon olursa daha iyi olur

Haşlanmış mısır

Haşlanmış buğday

Ceviz

Limon, zeytinyağı, tuz, karabiber, köri

Bütün bu malzemeler biraraya getirilir ve güzelce karıştırılır, üstüne de cevizler ilave edilir ve afiyetle yenir.



AFİYET OLSUN