İçim acıyor...
Gülmeler yarım kalıyor bu aralar bizim evde...iki hafta oldu neredeyse...
Elim gitmiyor resimlerin içinden bir tarif seçip yazmaya...yemek yapmaya bile, öylesine yapıyorum yemekleri ve neredeyse masa bile kurmuyorum, elimize alıp birer tabak televizyonun karşısında öylesine karnımızı doyuruyoruz işte...
Ayrılamıyoruz televizyondan, bir – iki kanal var zaten...
Yastığa başımızı huzursuz koyuyoruz geç saatlerde, yüreğimiz ağzımızda...
Uzaklarda olmak da en kötüsü böyle günlerde, sadece seyretmek, istemeden, gönülsüzce, neden ve niçin sorularını sorarak...
Seyrediyorum, bakmak istemiyorum, görüntülere inanamıyorum, bir film karesinden alıntı olmalı bunlar dediğim zamanlar bile oldu...
Her gün, bu gün son gün umuduyla başlıyorum güne ama kaç gün oldu...
Tekerlekli sandalyede bir adamcağız gördüm sular altında, çaresiz...
Karnında yavrusuyla, daha anne olamadan bir kenarda bir kedi gördüm bir fotoğraf karesinde,gazlardan etkilenmiş, ölmüş...
Savaş alanlarını aratmayacak şekilde duman altında her yer...
Daha çok var böyle fotoğraf kareleri...
Boğazım düğüm düğüm bu günlerde, seyretmek bir şey yapamamak, söyleyecek söz bile bulamamak, söylenecek her şey söylendi çünkü, sözün bittiği yer denir ya oradayım ben...
Türkiyemize yakışmıyor böyle görüntüler...
Türkiyemi böyle görmek içimi acıtıyor...
Dedim ya daha çok var böyle fotoğraf kareleri...bu fotoğraf karelerine bakınca nedense hep VİCDAN geliyor aklıma...
Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç, en mükemmel adalet ve en önemlisi de insani bir değer...
VİCDANIM diyoruz ya, kalpten gönülden gelen yargı sistemi...
Sözün bittiği yer dedim ya, vicdanın sesini dinlemek zamanı gelmedi mi artık...
Vicdanın sesini duymamak için bahaneler yaratılsa da insanız bir kere, vicdan hepimizin bedenlerinde, kimisinde apaçık, kimisinde gizlenmiş bir yerlere...
Şimdi o bir yerlere gizlenmiş vicdanları gün yüzüne çıkarma zamanı...
Neden mi...
Sadece vicdanları ile düşünmüş, Kurtuluş Savaşı için hiç bir hesap yapmadan canlarını vermiş ve Cumhuriyeti bizlere armağan etmiş insanların adına, emanetinize sahip çıktık demek adına...
Gençlerimizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın hak ettikleri güzel günleri görebilmesi adına...
Ne güzel söylemiş, ne kadar ilerileri görmüş Atatürk ...
Her zaman okudum, her seferinde daha iyi anladım, gene okudum, okutturdum, yazdırdım ve okumaktan hiç bir zaman vazgeçmeyeceğim...
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
20 Ekim 1927
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder