istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yemek Beklemez: Kasım 2011

28 Kasım 2011 Pazartesi

BROKOLİ VE DOMATES




Yeşil ve kırmızının uyumu her zaman güzel duygular uyandırır bende, ikisi biraraya gelince ayrı bir canlılık ve tazelik anlatır sanki. Bu sefer yaptığım bu salata da olduğu gibi... Ben brokoli salatasını çok yaparım. Ben severim ama ev halkı da severse eğer daha büyük bir zevkle yapıyorum. Çok da sağlıklı ayrıca. Brokolileri yıkayıp doğradıktan sonra  bir de sirkeli suda bekletiyorum, eğer içinde göremediklerimiz  varsa temizlensin diye... Sonra kaynayan suya atarak 10-15 dakika kaynatıyorum. Tabii bu kaynatma süresi size kalmış, eğer yumuşak olsun derseniz biraz daha fazla tutabilirsiniz. Sonra brokolileri tabağa alın. Sos için de zeytinyağı, limon suyu, sarımsak ve tuzu karıştırıp üstüne dökün. Bu  miktarları zevkinize göre ayarlayabilirsiniz, çok limonlu, az sarımsaklı gibi... Bu haliyle tüketmeyi biz seviyoruz. Ama geçen gün bu salatayı yaparken dolapta duran minik domatesler ilişti gözüme ve neden olmasın dedim ve brokoliler haşlanırken onları da attım içine, sudan çıkarınca kabukları da zaten kolayca soyuldu ve ortaya böyle bir görüntü çıktı. Haşlanmış domateslerin tadı da gerçekten güzel oldu, denemenizi tavsiye ederim...



AFİYET OLSUN 



24 Kasım 2011 Perşembe

SİMİT YAPTIM



Evet gerçekten simit yaptım ve bunun için de beni heveslendiren  www.pelinchef.com   a çok teşekkür ediyorum. Simit her zaman  farklı olmuştur benim için. Sanki  memleket kokusu, tadı ... Bir de memleketten uzaklaşınca daha da özlenir oldu açıkcası. Her zaman yapabilirmiyim diye aklımın bir köşesinden geçirmişimdir ve her seferinde de olmaz da beni hayal kırıklığına uğratır diye cesaret edememişimdir. Tabii fırın simidi gibi olmadı ama bir ev fırınında ne kadar olursa o kadar... ve bu lezzet de benim için yeterli oldu. Şimdi sıra da yeniden yapmak, arkadaşlara tattırmak ve fikirlerini sormak var...






MALZEMELER

4,5 su bardağı un

2 su bardağı su

1 çorba kaşığı maya

1 çorba kaşığı şeker

1 tatlı kaşığı tuz

ÜSTÜ İÇİN

2 su bardağı susam

1 çay bardağı pekmez

2 çay bardağı su

İşte malzemeler.  Fazla bir şey yok aslında, önemli olan hamurun kıvamı. Ben miktarlarını verdim ama kendim nasıl heveslendiysem bu miktarlara sadık kalmadan normal mayalı hamur gibi yaptım hamuru. Çok yumuşak  ama ele yapışmayan bir hamur elde etmeniz lazım, bu nedenle her zaman dediğim gibi ununu azar azar katarsanız başarılı olursunuz. Sonra ister  50 derecelik ısıtılıp kapatılmış fırında, ister evinizin hava akımı olmayan bir yerinde üstünü kapatıp hamurunuzun mayalanmasını yani kabarmasını bekleyin. Bu arada susamlarınızı kavurabilirsiniz. Susamları kavururken dikkatli olmanız gerekir çünkü hemen yanabilirler, karıştırarak kavurun. Pekmezi  su ile karıştırın ve onu da bir kenara bırakın. Hamurunuz kabardıysa  işin zevkli kısmı başlıyor demektir. Hamura aşağıdaki gibi şekil verdikten sonra 
















önce pekmeze batırıp sonra da bolca susama batırıyorsunuz, tepsiye diziyorsunuz. 200-220 dereceye getirdiğiniz fırında kızarıncaya kadar pişiriyorsunuz ve sonra da çıtır çıtır tadına bakıyorsunuz.




AFİYET OLSUN













23 Kasım 2011 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ



BÜTÜN ÖĞRETMENLERİN VE 
BENİM ÖĞRETMENLERİMİN 
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...












Resim: forumalev.net

20 Kasım 2011 Pazar

POĞAÇA AMA MISIR UNU İLE



Çocukluğumdan kalma bir tadı var mısır ununun bende. Samsunlu bir arkadaşım vardı ve onların evine gidince annesi  mısır unundan yuvarlak bir ekmek yapıverirdi tavada, tadı çok güzel olurdu, ağızda kıyır kıyır dağılan lokmaların tadı uzun süre  kalırdı damağınızda, hala bu tadı hissettiğime göre oldukça uzun bir süre bu... Bir aralar mısır unlu tuzlu kekler yapardım ama uzun süredir yapmıyorum. Ama bloglar arasında gezinirken, takip ettiğim bir blog olan http://yemekkvakti.blogspot.com  da gördüğüm poğaçaların mısır unu ile yapılmış olması beni harekete geçirdi ve hemen denedim. Kendisine teşekkür ediyorum. Tadı güzel oldu bence, mısır ununun tadı ve ağzınızda dağılması sevenler için çok güzel. Yapılışı hemen aşağıda...




MALZEMELER

150 g tereyağ

1 çay bardağı sıvıyağ

2 tane yumurta ( bir tanesinin sarısı üstüne sürülecek )

3 yemek kaşığı yoğurt

2 su bardağı mısır unu

1,5 su bardağı un

1 paket kabartma tozu

Tuz ( istediğiniz miktarda )

İÇ MALZEMESİ

İstediğiniz bir peynir, maydanoz,  karabiber ve tuz

Önce iç malzemesini hazırlayıp bir kenara bırakın. Bir yumurtanın sarısı hariç bütün malzemeleri biraraya getirip güzelce çok fazla katı olmayan bir hamur haline gelene kadar yoğuralım. Bunun için unun hepsini birden değil, azar azar katarak yoğuralım ki hamurumuz çok fazla katı olmasın. Hamurdan parçalar koparalım ve arasına iç malzemeden ilave ederek poğaça şeklini verelim, tepsiye dizelim. Ayırdığımız yumurta sarsını da üstüne sürelim ve her birinin üstüne biraz da mısır unu serpelim, sonra da 180 derecelik fırında pembeleşinceye kadar pişirelim.



AFİYET OLSUN















16 Kasım 2011 Çarşamba

YOLLAR



Her gün, günün herhangi bir saati olabilir, uygun bir zamanda, o gün olmazsa ertesi gün ama mutlaka... yürüyüş yapmaktan bahsediyorum. Alışkanlık böyle bir şey herhalde. Nasıl oldu anlamadım ama beni dışarıya çeken bir şeyler var. Kalabalık yerler  ya da şehir merkezinden bahsetmiyorum. Ağaçlar, çiçekler, su kenarı, küçük ormanlar gibi... Yürümek, yürümek... tempolu ama yavaş değil. Belli bir hızda ama etrafa dikkatli bakarak ve bu güne kadar görmediklerimi görmeye çalışarak, değişiklikleri kaçırmadan. Doğanın değişimine tanıklık yapmaktan, yaprakların sararıp yerlere düşerek ayaklarımın altına bir halı gibi serilmesinden bahsediyorum. Bu aralar yapraklar adeta kar gibi üzerime dökülüyor, bastığım yerleri göremez oldum yapraklardan. Ağaçlar da bu durumdan memnun gözüküyorlar, eskidi bu elbiselerimiz nasıl olsa ilkbaharda biz yeniden güzel güzel giyiniriz der gibiler. 



Sonbahar geldi kış çok yakında, bu zamanın tadını çıkarmak gerekir, etrafa daha çok bakmak gerekir. Ağaçlara, yapraklara, yeri kaplamış yaprakların arasında boy vermiş mantarlara; irili ufaklı,  bazıları renkli...Bunlar arasında dolaşan ve bir ayak sesi duyunca hemen ağaca tırmanıp endişeli ve meraklı gözlerle bana bakan kabarık kuyruklu, tarçın renginin güzelliğinde sincaplar da bu yürüyüşün alışkanlık sebeblerinden. Öylece kıpırdamadan durup size bakarlar, eğer siz de kıpırdamadan duruyorsanız. Öylece bakarlar hem de gözlerinize, korku dolu, kaçmaya hazır... Çok bakıştık sincaplarla böyle, kalp atışlarını bile hissedebilirsiniz. Zarar gelmeyeceğini anlayınca da sakin bir şekilde tırmanırlar ağacın en üst dallarına doğru. Bazen yere düşen palamutları yuvalarına taşımalarına tanıklık ediyorum, şimdi onlar için kışa hazırlık zamanı...


Yollar aynı yollar, yürüdüğüm yerler belli. Her gün aynı yerlerde yürümek sıkar insanı diye düşünebilirsiniz çünkü ben de öyle düşünmüştüm başta ama hala sıkılmadım. Mutlu oluyorum yürürken. Yollar aynı duruyor ama zamanlar ve üstünde geçen olaylar farklı aslında. İşin sırrı aynı yerlerden farklı saatlerde geçmek aslında.

Sabah erken çıkarsam eğer, okul telaşı oluyor her adımda, çocuklar annelerinin arkalarında ya da ellerinden tutarak ama küçük olan adımlarını daha da küçülterek, koşarcasına yol alıyorlar. Gözlerde uyku hala var ve uyanmaya çalışarak. Anne, babalar da ayrı bir telaşlı, çünkü bir an önce bu ufaklıkları okula bırakıp, kendilerini işe yetiştirmek zorundalar. Yanımdan koşar adımlarla geçiyor hepsi, görmüyorlar bile beni...

Öğleye doğru ya da öğleden sonra yürüyorsam eğer bu yollarda, rahatlamış insanlar görüyorum. En çok da köpekleri görüyorum onları gezdiren sahipleri ile. Onlara da alıştım, arar oldu gözlerim, bazen sadece onları görebilmek için bile yürüyüşe çıktığım oluyor. Nasıl da anlıyorlar gezmeye çıktıklarını, sağa sola koşturup oynuyorlar, ama sürekli gözleri sahiplerinde, sözden çıkmadan, bir çocuk annesini ne kadar dinler bilmiyorum. İşte bu saatlerde insanlar birbirini görüyor, selamlaşmanın en çok olduğu saatler... 


Akşama doğru bitkin ve yorgun  insanlar geliyor artık bu yollara. Günün yorgunluğunu, stresini, yaptıkları ve yapamadıkları, iş yerindeki problemlerini taşıyorlar üstlerinde.  Ya da eve döndüklerinde yapacakları işlerin telaşı var yüzlerinde, gün şimdilik bitmiş ama bir kısmı hala evde bekliyor onları. Ama eve dönen gençler ve çocuklar çok mutlu, sabaha göre daha bir enerji dolu  gözüküyorlar. Daha ne olsun, okulda bir gün daha bitti işte, onlar sevinmesin de kim sevinsin.  Genç olmak vardı...

Bu yolda sürekli bir canlılık var. Bölümler halinde devam eden bir dizi gibi. İzlemek hoşuma gidiyor. Daha ne kadar izlemek isterim bilmiyorum ama bana çok iyi geldiği kesin. Doğanın içinde olmak, kuş seslerini duymak ve dinlemek. Bu nedenle kulaklıkları ile yanımdan geçen insanları anlayamıyorum. Müzik güzeldir ama ben kuşları ve bu yolların sesini dinlemeyi seviyorum. Sessizlikte düşünmeyi seviyorum. Bu güzelliklerden payıma düşenin tadını çıkarmak istiyorum.












10 Kasım 2011 Perşembe

TAVUK SALATASI


Tavuk yemekten sıkıldıysanız bir de bu şekilde yemeyi deneyin.  Farklı bir lezzet, salata ama yemek gibi hem de besleyici hem de görüntüsü güzel, tabii bunlar benim fikrim, siz de deneyin fikriniz olsun... Malzemeler için miktar vermiyorum, miktarı  isteğinize ve ihtiyacınıza göre ayarlayabilirsiniz, sevdiğiniz malzemeleri daha fazla ilave edebilirsiniz...





MALZEMELER

Haşlanmış ve parçalara ayrılmış tavuk göğsü

Maydanoz

Dere otu

Roka

Lahananın göbek kısmı

Salatalık turşusu, kornişon olursa daha iyi olur

Haşlanmış mısır

Haşlanmış buğday

Ceviz

Limon, zeytinyağı, tuz, karabiber, köri

Bütün bu malzemeler biraraya getirilir ve güzelce karıştırılır, üstüne de cevizler ilave edilir ve afiyetle yenir.



AFİYET OLSUN








10 KASIM


SANA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ...








6 Kasım 2011 Pazar

ANNEMİN PATATESLİ BÖREĞİ



Hani bazı tatlar vardır hiç bir zaman yakalayamassınız, sadece bir kişinin elinden yapılırsa o tat yerini bulur. İşte onlardan bir tanesi...Ne kadar yapsam da annemin yaptıkları gibi olmaz, bir şey eksik gibi olur, annem yapsa da yesek derim kendi kendime. Anne elinin lezzetidir o, her yerde olmaz. Yazın yedim neyse ki. Şimdi ben yapmaya çalışıyorum her seferinde oldumu acaba diyerek. Böreğin iç harcını hazırlamak çok kolay; patates ve soğanı rendeleyip, tuz ve karabiber, biraz da zeytinyağı ilavesi ile karıştırarak hazırlamış oluyorsunuz. Sonra yufkaları gül böreği şeklinde yapmak üzere hazırlayıp üstüne zeytinyağı sürüyorsunuz. Ben bu sefer krema sürdüm. Sonra iç harcı ilave edip gül böreği gibi sarıyorsunuz. Tepsiye dizdikten sonra yumurta sarısı sürüp, susam döküp fırına veriyorsunuz. Kızarınca da fırından çıkarıyorsunuz. 






AFİYET OLSUN 


3 Kasım 2011 Perşembe

FONDANT



ÇOK ÇİKOLATALI KEK



Çikolatayı çok ama çok sevenlere...damakta çok hoş bir tat bırakıyor, deneyin, yapımı da çok kolay.

MALZEMELER

160 g bitter çikolata
110 g tereyağ
1 su bardağı şeker
2 yemek kaşığı kakao
3 tane yumurta
¾ su bardağı un




Çikolata ve yağ ölçüleri gözünüzü korkutmasın, miktarlarını ayarlamak zor değil çünkü ambalajlarının üstünde yazan ölçülere göre ayarlama yapabilirsiniz. Yağı kısık ateşte yavaş yavaş eritirken içine çikolatayı küçük parçalara ayırarak katın ve ikisini birlikte eritin. Başka bir kapta şeker, kakao ve unu karıştırıp üstüne çikolata ve yağ karışımını ilave edip bir çırpma teli ile çırpın. Bu kek için mikser kullanmamak gerekiyor. Sonra yumurtaları ilave edin ama teker teker, her birini iyice çırptıktan sonra diğerini ilave edin. Böylece şekerin eridiğine emin olana kadar çırpın ve çok büyük olmayan bir kalıba dökün ( 30x20 lik bir kalıp olabilir ). Bu arada kabartma tozunu kullanmıyoruz, malzeme listesinde görmeyince unutulmuş zannetmeyin.  Aynı şekilde vanilya da yok, çikolatanın tadını daha iyi almak için. 180 dereceye ısıtılmış fırında 25 dakika pişirin. Bu süre yeterli geliyor. Fırından çıkarın, üstü çatlak çatlak olmalı ve içi de biraz ıslak olmalı. Pişmemiş gibi gelebilir ama böyle olması gerekiyor. Dilimlere ayırıp çikolatanın tadını çıkarabilirsiniz...

AFİYET OLSUN



1 Kasım 2011 Salı

ORGANİK, EKOLOJİK, BİO





Aslında hepsi de aynı. Ama ilk duyduğumuz zaman sanki farklı şeyleri anlatıyormuş gibi geliyor. Yıllardır bu ürünler de dikkatimi çeker hep, düşünürüm bunlar ne derece doğru diye. Böyle ürünlerin yetiştirilebilmesi için uygun topraklar nerelerde  diye. 1986 yılında İstanbulda okurken Çernobil faciasıyla yüz yüze gelmiştik,en çok da  Karadenize bakan bütün sahil kesimindeki  kara ve deniz bölümü etkilenmişti bu faciadan ve sonra ölü doğumlar, çift başlı kuzular ve gittikçe artan kanser  olayları...Tabii radyoaktif maddelerin her yere yayılması da en can alıcı noktası. O olayı takib eden günlerde yağan yağmur  ve  bulutlar sayesinde bu maddelerin  her yere rahatlıkla ulaşabilmesi ve ulaştıkları yerlerde de uzun yıllara varan yarılanma ömürleri ile kaybolmadan oldukları yerde kalmaları. Bu topraklar üzerinde de tarım yapılması , hayvanların otlatılması...Bu  anlattığım sadece dünyanın küçük bir bölümünde olan zincirleme olaylar ve daha anlatamadığım etkileri. Bir de yine o yıllarda bir eğitim görevlisinden kutuplarda yaşayan canlılarda da  DDT kalıntılarına rastlanmış gerçeğini duymam, hem de DDT yasaklanmış olmasına rağmen. Bunlar bana bir tek şeyi anlatıyordu taaa o zamanlar, dünyada ki her şey bir yerden bir yere rahatlıkla taşınıyordu ve bunları temizlemek çok zordu. Artık bu toprakların üstünde tarım yapmak, hayvan beslemek risk olarak görünüyordu. Bunların haricinde iyi tarım yapmak adına gübre kullanımı şeklinde kimyasalların kullanılır olması. İşte bunları düşündükçe organik tarımın nerede yapıldığını merak eder oldum. Son yıllarda bütün marketlerde boy boy ürünler görüyoruz, organik, bio etiketleri taşıyan. Acaba bunlara nasıl güvenebiliriz, ya da güvenmelimiyiz. Sürekli bu şekilde herşeyden endişe duymak da ne derece doğru o da ayrı bir konu tabii. Yaptığım araştırmalar sonucu gördüm ki bir çok insan da endişeli bu durumdan ve bu olumsuz koşullar karşısında öncelikle gelir düzeyi yüksek olan birçok ülke örgütlenerek doğayı ve insanı tehdit etmeyen ürün tüketimini tercih etmeye başlamış. Bu amaçla da 1950’ den önce zaten uygulanmakta olan Ekolojik veya Organik Tarım ortaya çıkmış. 1950 li yıllardan  itibaren de bu konular üzerindeki çalışmalar hızlanmış. Doğal dengeyi korumayı amaçlayan bu çalışmaları biz ekolojik tarım olarak biliyoruz. Diğer bir adı da organik tarım yani ürünün yetiştirilmesi, toplanması, hasat, kesim, işleme, tasnif, ambalajlama, etiketleme, muhafaza, depolama, taşıma ile ürünün tüketiciye ulaşmasına kadar olan diğer işlemlerde, kimyasal madde veya tarım ilacı kullanılmadan yapılan tarım. En önemli nokta organik tarımın yapılacağı toprağın durumu; işlek anayollardan, ağır sanayi tesislerinden, maden işletmelerinden kentsel atıkların toplu olarak bırakıldığı alanlardan, kirletici atıklar içeren akarsu ve yeraltı sularından etkilenmeyecek bir mesafede olması gibi. 1950’lerden sonra yapılan keşiflerle bulunan pestisitler ve kimyasal gübreler ile tarımda üretimin arttırılarak dünyadaki açlık sorununa çözüm getireceği fikri 1970’ lerin sonunda doğruluğunu kaybetmiş ve organik tarımda, sentetik kimyasal maddelerin yani  genelde gübreler, ot ilaçları, bitki koruma ürünleri, insektisitler ve pestisitler ( yani bir takım böcek ilaçları ) kullanımı yasaklanmıştır. Bu ilaçlarin çiftçiler tarafından yanlış kullanılmasıyla soframıza kadar gelerek yiyecek maddelerinin kanser, gen mutasyonu, üreme bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olduğu da uzmanlar tarafından çokca ifade edilmiştir.
İşte bütün bu olumsuzlukların canlı hayatı tehdit eder konuma ulaşması uzmanları da rahatsız etmeye başladığı için organik tarım hızla artmaktadır.
Bu organik ürünlerin nasıl üretildiğine dair okuduklarımdan da bilgi vereyim;
BIO yani organik  ürünler, sanayi bölgelerinden uzak özel alanlarda yetiştirilirler. Bu bölgelerin havası ve toprağı sürekli kontrol edilmektedir.
-Gübre olarak doğal gübre kullanılır.
-Sulamada kullanılan su, her aşamada denetlenen bir sudur.
-Ürünlerin yetiştirilmesinde hiçbir şekilde kimyasal ilaç kullanılmaz. Tarlaları böcek ve benzeri zararlı maddeler sardığında o zararlı maddeleri yiyen ve yok eden başka zararsız böcekler tarlaya salınır.
-Ürünlerin yetiştirilmesinde hormon kesinlikle kullanılmaz. Organik tarımla yetiştirilmiş BIO ürünler, HORMONSUZ ürünlerdir.
-Ürünler besin değerleri açısından en uygun zamanlarda toplanır.  İşte bu sebeple Organik yani Bio ürün üretmek zor ve pahalıdır.
Bu ürünleri almak istersek de ambalajlarındaki bir takım işaretlere bakmamız gerekmektedir. Yurtdışında ve Türkiye’de kabul gören organik ürün sertifikalarından bazıları şunlardır;



Ayrıca bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz benim takib ettiğim  bu siteyi de ziyaret edebilirsiniz.         












Kaynaklar:
http://www.naturey.com
http://www.kuzeyorganik.com

Resim: www.gidasayfası.com