istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yemek Beklemez: Eylül 2011

28 Eylül 2011 Çarşamba

SULU KEK



Evet  gerçekten sulu bir kek. Yıllar yıllar öncesinden çok sevdiğim bir arkadaşımın tarifi. Aslında esas adı tarçınlı kek. Arkadaşım yaparken içine tarçın da ilave ederdi. Ama tarçın ilavesi tamamen zevke kalmış. Bugüne kadar ne zaman ve nasıl yaptıysam hiç kötü olduğunu görmedim, daima güzel bir şekilde kabarır ve yumuşacık olur. Aşağıdaki malzemelerin hepsini güzelce katıştırıp kek kalıbınıza dökün. Ama kek kalıbınızı önce yağlayıp sonra da un serpmeyi unutmayın, çünkü kek kalıba yapışabilir, hele bir de misafir öncesi acele ediyorsanız kötü bir sürprizle karşılaşmamış olursunuz. Eh bunlar zaman zaman hepimizin başına gelen olaylar olduğu için hatırlatmak istedim. Kalıptan çıkartmak için servis tabağına ters çevrilip de parçalanmış kek görüntüsü kadar moral bozucu bir şey olamaz herhalde. Son zamanlarda içine su yerine portakal suyu katarak yapıyorum. Böyle de güzel oluyor. Ayrıca kakaolu da yapabilirsiniz. Hep dediğim gibi işin sırrı sizin yaratıcılığınızda saklı. Eğer kapalı olarak saklarsanız uzun bir süre bozulmadan kalabiliyor.



MALZEMELER

4 tane yumurta
2 su bardağı şeker
1 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı su ( istenirse portakal suyu ama süzmenizi tavsiye ederim )
3,5 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
İsteğe göre tarçın



Hadi hemen yapın sıcak sıcak...


AFİYET OLSUN


 

25 Eylül 2011 Pazar

YUMUŞAK KURABİYE





MALZEMELER


2 tane yumurta ( 1 tanesinin beyazı üstüne sürmek için )
250 g margarin
1 çay bardağı sıvı yağ
1 çay bardağı yoğurt
2,5 çay bardağı şeker
2 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
1 portakalın kabuğunun rendesi
Yeteri miktarda un

Bütün malzemeleri karıştırıyorsunuz ama unu ilave ederken azar azar ilave ederek yumuşak bir hamur hazırlıyorsunuz. Bunun için de un miktarı yeterince oluyor. Yeterince un demek biraz tuhaf oluyor ama gerçekten de yumuşak bir hamur olana kadar un ilavesi  yapmak gerekiyor ki bu da yağa göre, yumurtaların büyüklüğüne göre, yoğurdun sulu olmasına göre değişebiliyor. Eğer unu biraz fazla olursa hamur sert olduğu için kurabiyeler biraz sert olabiliyor. Pişirirken de çok fazla kızartmadan fırından çıkarırsanız yumuşak bir kurabiye elde edebilirsiniz. Tabii damak zevkinize göre değişebilir, kıtır kıtır sevenler, çok kızarmış isteyenler olabilir, yani her zaman ki gibi tamamen sizin zevkinize kalmış...Sonra hamurdan yuvarlak şekiller yapıp üstüne ayırdığınız yumurta akını sürüyorsunuz. Sonra da evde ne varsa; file badem, yeşil fıstık, fındık hatta toz şeker bile olabilir, üstüne sürüyorsunuz ve 180-200 derecelik fırında pişiriyorsunuz. 



Bu tarifi beni etkinliğe davet eden  http://yesilmutfaktantarifler.blogspot.com  a gönderiyorum.


AFİYET OLSUN






21 Eylül 2011 Çarşamba

EVİMİZİN KÜÇÜĞÜ



Bu sözlerim sana
Çok istedik seni tıpkı ablan gibi
Sabırsızlık ve büyük bir özlemle bekledik seni ablanı beklediğimiz gibi
Küçük ağzın, küçük burnun, küçük ellerin ve ayaklarınla aramıza katıldın daha dün gibi
Mutlu ettin bizi
Sen hiç büyüme hep böyle kal, evimizin küçüğü
Küçük ve meraklı gözlerinle hep böyle bak
O gözlerinle her zaman olduğu gibi gözümün içine bakarak konuş
Gözlerini,  gülerken olduğu gibi ağlarken de yaşlarla dolu olsa bile kaçırma benden
Küçük ellerinle hep birşeyler yaratmaya, kesip biçmeye, yapıştırmaya devam et
O küçük ellerinle çalmaya devam et piyanonu büyük bir istekle
O küçük ellerinle katlamaya devam et eşyalarını
Bilirim ki rahat etmez için odan düzenli olmayınca
Küçük ayaklarınla atla zıpla, yerinde durama şimdi yaptığın gibi
Ama ne yaparsan yap yalan söyleme o küçük ağzınla, her zaman doğru ol
Aklını her zaman doğruluktan yana kullan
Ve büyürken hiç değişmeden büyü
Bak artık büyüyorsun hiç büyüme desem de
Kimse küçük kalmamış
Büyürken içinde sevgilerini, mutluluklarını, başarılarını büyüt, acılarını ve pişmanlıklarını değil
Ve hep arkanda ve hep seninle olduğumuzu bil
Ve ne kadar büyüsen de yine de evimizin küçüğüsün işte...
O güzel yanaklarından öpüyorum, iyi ki doğdun ebuşum
İyi ki varsın...

18 Eylül 2011 Pazar

DÜŞEN SARI YAPRAKLAR VE YENİ UMUTLAR




Artık yürüyüş yaparken sararan yaprakların üstüne basıyorum. Solup, sararıp yere düşen yapraklar. Çıkan çıtırtılar bana yazın bittiğini söylüyor. Ayaklarım,  yere düşen sarı yaprakların üstünde çıtır çıtır sesler çıkarıyor. Hafif hafif rüzgarlar da esmeye başladı artık. Sanki sararan yaprakların ağaçtan düşmesine yardım etmek için...Oysa ki  yapraklar sararmasına rağmen asılı kalmaya devam edecek kadar inatçı görünüyorlardı kocaman ağaçların dallarında. Ağaçlar da ayrılmak istemiyor bence  bir mevsim boyu kendilerini giydiren yapraklardan. Bu nedenden olsa gerek hüzündür sonbahar, ayrılık demektir. Şairler, yazarlar böyle anlatır...Ama zaman geldi işte. Her şeyin bir zamanı var, nasıl da geçti koca bir yaz, sanki acelesi varmış gibi... Halbu ki özlemle beklemiştik, sabırsızlıkla, bir sürü hayal ve planla, bitmiş işte yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla. Ve şimdi hafif hafif soğuk zamanı, tatlı tatlı yağan yağmur zamanı, güneşi özlemek zamanı. Güzeldir sonbahar, severim... Berekettir bana göre, soğuk kış günlerine hazırlıktır. Pazar yerlerinde renktir. Taze ceviz ve fındık zamanıdır. Hemen kırıp sütlü sütlü yemeden olmaz en az bir kere. Kestane zamanıdır, hem kebablık hem de haşlamalık. Soğuk günlerde bir kese kağıdı kestanenin sıcaklığını avucunda hissetmektir ya da ailenle paylaşmaktır ellerin tatlı tatlı yanarak. Ağaçlardan dökülen at kestanelerinin kabuklarından ayrılıp kurumuş yapraklar arasında yuvarlanmasını kayıtsızca seyrederken, acaba ben bunları nasıl değerlendirebilirim demektir. Kabaksız olmaz bu sonbahar günler, turuncunun  en canlısını sergilerken. İşte tam da bu günlerde ortaya çıkar irili ufaklı kabak çeşitleri. Bol cevizli kabak tatlısını yemektir sonbahar günleri. Sadece sonbaharda değil bütün kış neredeyse hep bizimle olurlar. Bir de bana neyi hatırlatır bilirmisiniz; yeni başlangıçları...Sonbahar; tazelenmeden önceki dinleniştir, yeni bir yıldır. Eylülde okullar başlar çünkü. Çocuklar yeni bir yıla girer büyük bir heyecanla, merakla, kaygıyla. Yeni kitap, yeni defter kokusudur, öğrencilerle dolu sınıf kokusudur, o öğrencilerin gözlerindeki parıltıyı yakalamaktır, yeni umutlardır...her şey yenidir, silgiler, ayakkabılar, çantalar...Doğaya inat insanlar umut doludur sonbaharda. İşte bunları hatırlatır ayaklarımın altındaki kurumuş yaprak sesleri bana...




14 Eylül 2011 Çarşamba

DOMATESİN DOLMASI



Nasıl olur demeyin, böyle oluyor işte.Önce orta boy domateslerin içini boşaltıyorsunuz. Çıkardığınız bu içleri sonra herhangi bir yemek için kullanabilirsiniz, özellikle de menemen yaparken... Sonra havuç ve kabağı rendeleyip az bir zeytinyağı ile kavurun ama çok fazla değil. Ocaktan alın ve suyu alınmış yoğurt ve miktarını kendinize göre ayarladığınız sarımsak ve tuz ile karıştırın. Bu yaptığınız karışımı meze olarak da kullanabilirsiniz. Sonra içini boşalttığınız domatesleri bu karışım ile doldurun. Üstünü  de rendelenmiş kaşar ile süsleyin, ben maydanozu unutmuşum...







AFİYET OLSUN




9 Eylül 2011 Cuma

YAPRAK SARMA



Aslında çok bildik bir yemek ya da zeytinyağlı ya da atıştırmalık...ne denir bilemiyorum çünkü yaprak sarması bana çok ilginç gelir. Ana yemek gibi değildir ama sofranın baş tacıdır, atıştırmalık değildir ama bir başlandı mı çekirdek misali çok güzel yenir. Her sofranın en güzel yerinde alımlı bir şekilde yerini alır. Bazılarının elinden olsa gerek  çok lezzetli olur, mesela annem yaparsa bayılırım, hele tencerenin en alt kısmındakiler daha da bir güzel olur sanki...Bazen ben de yaparım, her seferinde bakalım bu sefer nasıl olacak diye. Aslında bana çok riskli gelir, yaprakların iyi olması gerekir, salamura olanların tuzu bazen bana sürpriz yapar, o kadar yıkamama rağmen...ya da çok sert yapraklarla uğraşmak zorunda kalabilirim. Ama yapmaktan bir o kadar da zevk alırım...İşte onlardan biri;



MALZEMELER

Pirinç
Kuru soğan ( rende )
Dolmalık fıstık
Dolmalık üzüm ( kuş üzümü )
Nane
Tarçın ( çok fazla değil )
Tuz
Maydonoz
Zeytinyağı

Bütün  bu malzemeler karıştırılır, istenirse az bir su ile pişirilebilir pirinçlerin yumuşaması için. Ölçü vermedim çünkü sarılacak yaprak miktarına göre ayarlama yapmak gerekir. Sonra da yapraklara sarılarak tencereye yerleştirilir. Üstüne yeterli miktarda su ve biraz daha zeytinyağı  ve 1 adet kesme şeker ilave edilir ve pişirilir. Salçalı su ile de pişirmeyi deneyebilirsiniz, salça biraz ekşilik veriyor, fena olmuyor...



AFİYET OLSUN



1 Eylül 2011 Perşembe

NASIL TATLI BİR TELAŞTIR BAYRAM GÜNLERİ



Sabah erkenden kalkılır, eksik kalanlar ya da son anda yapılacaklar için. Halbuki günlerdir köşe bucak temizlikler yapılmış, en güzel yemekler ve tatlılar hazırlanmıştır. Ramazanın son haftası genellikle böyle geçer. Anneler tatlı bir temizlik telaşına girerler. Her yer pırıl pırıl olur. Arife günü geldiğinde artık son dokunuşlar yapılır temizlik için. Bayram sabahında ise erkenden kalkılır ve evin erkekleri bayram namazı için  yollara koyulur,  evde kalan bayanlar da evi şöyle bir kontrol ettikten sonra mutfağa geçerler. Bayram sabahı kahvaltı hazırlamak,  kahvaltı yapmak kadar zevklidir. Güzel bir kahvaltı için kollar sıvanır. Erkekler namazdan gelinceye kadar kahvaltı hazır olmalıdır. Koca bir Ramazan ayından sonraki günün sabahı biraz yadırgansa da ilk lokmadan sonra acemilik gider ve başlar kaşıklar dönmeye çay bardaklarında. Arife günü yaşanan başka bir telaş da bayram tatlısının yapım aşamasıdır. Anneanneler, nineler koca koca tepsilere baklavalar yaparlar, sonra mahalle fırınlarının önündeki sabırlı bekleyişlerin sonunda pişer baklavalar, ev ekmekleri, tatlı-tuzlu çörekler. Baklavalar bir kaç gün önceden yapılır, bu nedenle ya arife günü ya da bayram gününün sabahı erkenden şerbeti dökülür. İşte bu tatlıdan kahvaltıda yemek çok güzel olur. Koca tepsinin ufak bir bölümünden giriş yapılır ve kahvaltı sofrasında ikram edilir. Baklava yapanlar kendilerini eleştirmeye başlardı; az pişmiş, şekeri az olmuş, çok kuru… Onlar böyle kendi aralarında baklavayı değerlendirirken benim de dahil olduğum diğer grup onları duymadan baklavanın tadını çıkarmaya başlardı. Bilirdik ki her seferinde bu kritik yapılırdı ve her seferinde de baklava çok güzel olurdu. Sonra başlardı el öpmeler, harçlık almalar… Bütün bunlar bayramlıklar giyilerek yapılırdı elbette. Herkesin kendine göre bir yenisi ya da sevdiği bir kıyafeti üstünde olurdu. O zamanlarda bayramlık kavramı vardı, gerçi hala var… Son hafta telaşına bir de bayramlık alma telaşı eklenirdi. İnsanlar güzel güzel giyinirdi; sevdikleri ile öyle karşılaşmak, belki de anılarda öyle kalmak için. İlerleyen saatlerde kapının zili çalmaya başlardı. Gelenler ilk ziyaretçilerdi; ellerinde poşetlerle şeker toplayan mahallenin çocukları. Akşama kadar o poşetler dolardı. Her kapıdan sonra kafa kafaya verip şekerlerin tadına bakmak için mola verirlerdi. Benim şeker toplama şansım pek olmadı, çekinirdim, mahalledeki insanları tanımadığımdan olsa gerek  ama gene de bir kaç denemem oldu. Ve sonra tabiiki bayramlaşmaya gelen akrabalar, komşular, küçükten büyüğe sırayla gelirlerdi, onlar geldikçe büyükler daha da bir gururla bakarlardı, ne mutlu anlardı kimbilir onlar için sayılmak, sevilmek. Böylece ev şenlenir, baklava tepsisi yavaş yavaş yarılanır, keskin kahve kokusu ile kolonyanın kokusu eve dolmaya başlardı. İşte bu benim için bayram kokusuydu. Sonra yavaş yavaş büyüdük ve bayramlar kış aylarına gelmeye başladı, artık herkes bayramını kendi evinde kutlamaya mecbur kaldı. Çünkü okullar, hava şartları, şimdiki gibi tatiller de birleştirilip uzatılmazdı… Ama bütün bu kutlamalar değişmedi, sanki büyüklerden devraldığımız gibi uygulamaya devam edildi. Anneannemin yerini annem aldı, günler öncesinden temizlikler yapıldı, tatlılar yapıldı,  sabah erken kalkıldı, ben de artık yardım etmeye başladım, kahvaltı hazırlandı, misafirler ağırlandı…Tatlı ve kahve ikramı artık bana kalmıştı. Büyük bir zevkti…Kapının önünde biriken ayakkabılar apartmandaki en hatırı sayılır kişiyi bulmaya yardım ederdi. Şimdi artık bütün bu anlattıklarım kendi evimde gerçekleşiyor.  İlk başlarda ben de son hafta temizliği yapardım; bayram temizliği bayramı temiz bir evde karşılamak için, tatlılar misafirleri tatlı bir sohbet ile ağırlamak için, şekerlikteki kağıtlı şekerler kapımızı çalan çocukları memnun etmek için, kahveler kırk yıl hatırım kalsın diye… Uzun yıllar bu böyle devam etti. Son bir kaç yıldır bu hareketlilik yerini sakinliğe bıraktı. Yaşadığımız yerden olsa gerek. Ama yine de bayram sabahı özenle kahvaltı hazırlamak, karşılıklı aile fertleri ile bayramlaşmak hala var. Sonra arkadaşlarımız var bir yerlerde oturup bayramlaştığımız, sohbet ettiğimiz… Kendi küçük dünyamız demiştim ya, kendi halimizde sürdürüyoruz devraldığımız bu görevi büyük bir zevkle ve çoşkuyla. Önceden bayram diye dolardı gözlerim, şimdi hala bu duyguyu yaşayabiliyoruz diye doluyor. Seviyorum bayramları, insanların biraraya gelmesini, hiç görüşmeyenlerin bir kaç gün de olsa görüşmesini, dargınların barışma çabalarını, uzaklardan haber almayı, insanların birbirlerine söylemekte zorlandıkları sevgi sözcüklerini dokunarak, ellerine sarılarak, öperek söylemesini… Bunlar yaşanmalı ve bizden sonrakilerin de yaşaması sağlanmalı…