istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yemek Beklemez: Ekim 2011

31 Ekim 2011 Pazartesi

MUFFİN



YANİ KÜÇÜK KEKLER





MALZEMELER

3 tane yumurta
¾ su bardağı süt
2,5 su bardağı un
1 su bardağı şeker
¾ su bardağı sıvıyağ
3 yemek kaşığı hindistan cevizi
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya




Önce şeker ve yumurtalar çırpılır sonra bütün malzemeler karıştırılır ve küçük kek kalıplarına paylaştırılır. Sade olarak yapılabilir, yok eğer ben frambuazlı severim derseniz üstlerine ilave edebilirsiniz resimdeki gibi... Başka meyvelerden de olabilir.



AFİYET OLSUN



28 Ekim 2011 Cuma


 
 CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.








Resim : www.ozgunresimler.com

25 Ekim 2011 Salı

ISPANAK BORANİ



İşte kolay bir yemek daha. Soğan ile ıspanakları az bir zeytinyağında yumuşayıncaya kadar şöyle bir kavurun. Soğutun ve üzerine sarmısak miktarı size bağlı olmak üzere bir yoğurt hazırlayın ama yoğurt süzme olsun yani suyu süzülmüş olsun. Her ikisini de güzelce karıştırın. Buraya kadar tamam ama biraz renkli olsun derseniz zeytinyağı ve biber salçasını hafifce kavurun ve üstüne dökün. Ben biraz fazla dökmüşüm sanırım, resimden öyle anlaşılıyor. Tuzunu da unutmayın. Bu kadar basit bir lezzet. Üstüne bolca ceviz de dökebiliriz aslında. Ispanak her zaman sevdiğim bir lezzet olmuştur ama piştikten sonra çok fazla bekletmeden tüketin uyarılarını duymak biraz daha dikkatli davranmaya zorluyor, bu yüzden de hemen tüketmeye çalışıyorum. Bir de ıspanak ve yoğurt meselesi var, birarada olmamaları gerekiyor ya, bu nedenle bu pratik lezzet ıspanağın demirini almamıza izin vermiyor gibi...Bana göre en iyisi çiğ tüketmek aslında, salatasını yani... Salata halinde olunca ıspanağın tadını daha iyi alıyorum sanki. Ama ıspanak her haliyle güzel bir sebze.


AFİYET OLSUN 


24 Ekim 2011 Pazartesi

AKLINDAN BİR SAYI TUT






Yazarın ilk romanı olmasına rağmen sürükleyici ve merak uyandırıcı. Uzun yıllar polislik yapmış ve yeni emekli olmuş bir adam ile ikinci karısı arasındaki duygusal çatışmalar ve ölmüş oğlunun acısı geri planda gibi dururken belki de çözülmeyi  bekleyen olayın önüne geçmiş. Olaylar hızlı geliştiği için sıkılmadan okudum. Çeviri de önemli galiba, çünkü anlaşılabilir bir dil olduğu için daha zevkli okunuyor. Bazen çok satan kitaplardan okumak istemiyorum. Öyle rastgele bir kitap alıyorum. Böylece farklı yazarlar ve konular hakkında bilgim oluyor. Bu da öyle bir kitap işte...

22 Ekim 2011 Cumartesi

SÜT



Bir canlının yavrusunu beslemek için ürettiği bir mucize. Şimdiye kadar taklidi yapılamamış ve yerini tutacak bir şey icad edilememiş bir besin. Süt üretimi anne olduğumuz an başlar ve yeni doğan canlı ilk besin maddesini böylece almış olur. Belli bir dönem boyunca da sadece anne sütü ile beslenir. İçinde bir canlının ihtiyacı olan her şey vardır; su, yağ, protein, karbonhidrat, mineraller, vitaminler ve en önemlisi kalsiyum ve fosfor...Vücudumuz  bir mucize demiştim ya...Doğar doğmaz başlayan bu ilişki ömrümüzün sonuna kadar devam eder neredeyse. 


Bu önemli besin maddesini her yerde bulmak çok kolaydır üstelik. İşte bu kısım önemli, dikkat etmemiz gereken noktalar burada başlıyor. Süt en kolay bulabildiğimiz besin maddesi, şişede, karton kutuda, günlük, uzun ömürlü... hem de sokaklarımızda, kapımıza kadar geliyor. Aman dikkat...Sokakta satılan sütler en büyük tehlike. Sütün sağıldığı hayvanların sağlıklı olması en önemli konu, mikrop ve bir takım hastalık yapıcı maddenin olmadığından emin olmamız lazım, süt sağıldıktan sonra geçen  zaman boyunca sütteki mikroorganizmaların  oranı artıyor çünkü süt bu organizmalar için en uygun ortam, çiğ olarak tüketime sunulduğu için soğuk zinciri sağlanamassa mikroorganizma oranı artıyor ve bu oran ısı ile yok edilemeyen toksin maddelerin oluşumuna sebeb  oluyor.  Ve hastalık taşıyıcı bir madde konumuna geliyor. Bu hastalıklar içinde de en önemlisi, ineklerde yavru atmaya sebep olan Brusella hastalığı... sütün yağının alınması ya da süte su ilavesi, bir de sabahtan akşama kadar dayansın diye sütün içine karıştırılan karbonat, soda gibi maddeler... bütün bunlar dikkate alındığı zaman sütü alıp hemen uzun süre kaynatmak geliyor aklımıza ama bu da doğru değil, bu sefer de uzun süre kaynattığımız için içindeki yararlı maddelerin çoğunu yok etmiş oluyoruz. Eskiden annelerimizin yoğurt mayalamak için sütü sokaktan alıp uzun süre kaynattıkları gibi, hatta öyle çok kaynatırlardı ki süt yarı yarıya azalırdı. Yıllarca böyle yoğurt yedik.
Çiğ süt ile ilgili olarak bir de şunu öğrendim; süt çiğ olarak tüketildiğinde tam bir protein besin olmasına rağmen yağ da içerdiği için kendinden başka bir besinle zor karışır. Süt mideye girdiğinde hemen kesilir ve mevcut başka bir yiyecek varsa kesilmiş süt tanecikleri diğer yiyecek taneciklerinin etrafında pıhtılaşır, onları mide özsularından yalıtırak sindirimi geciktirir, çürüme başlangıcına ortam sağlar. Bu yüzden sütün tek başına içilmesi akla daha mantıklı geliyor.
Bir diğer süt çeşidi pastörize edilmiş süt; süt fabrikalarda süzüldükten sonra 80-85 derecede 15-20 saniye ısıtılıp hızlıca soğutulur ve bu şekilde pastörize edilen süt buzdolabında yazın 24 saat, kışın  3-4 gün saklanabilir. Fakat bu işlem de laktazın ve diğer enzimlerin canlılığını kaybettirdiği için sütün yetişkin mideler tarafından gerektiği gibi sindirilmesine engel olur. Aynı şekilde bu işlemin kalsiyumu ve diğer mineral elementleri de erittiği fikrini savunanlar var.
Bir de sterilize edilmiş süt var; 140- 150 derecede 2-4 saniye ısıtılıp hızla soğutulur ve özel kutularda ambalajlanır. Uzun ömürlü süt yani UHT olarak tanıdığımız bu sütün raf ömrü 3-6 ay arasında değişir. Açıldıktan sonra buzdolabında saklamamız ve 1-2 gün içinde tüketmemiz gerekir.
Ayrıca bir de sütün fazla tüketilmesi gibi bir durumda vücuda giren demirin emilimini azalttığı için içilen miktarın abartılmaması da bir gerçek. Özellikle çocukların aşırı derecede süt içmeleri, hele bir de şekerli olarak gece uyumadan önce içiyor olmaları  diş problemlerini de  ortaya çıkarıyor.
Bazı insanlarda sütün içindeki laktozun sindirimine yardımcı olan enzimin eksikliğinden dolayı laktozun  sindirilememesi  ve bunun  da kişide şişkinlik ve benzeri  rahatsızlıklar yapması  diğer önemli bir konu.
İşte süt hem kendi özelliğinden kaynaklanan hem de kullanıma kadar geçen aşamalarda ki hatalardan dolayı sağlığımızı büyük oranda desteklerken, aynı oranda da bozabiliyor. Eğer bilinçli olursak bu zararları görebilir ve kendimizi bunlara göre hazırlayabiliriz.
Eğer bizde bir rahatsızlık oluyorsa süt içtikten sonra şişkinlik gibi mesela, o zaman  süt yerine süt ürünlerine daha çok ağırlık verebiliriz. Yoğurdumuzu  sütü çok fazla kaynatmadan mayalayabiliriz. Çocuklarımız eğer şekerli sütlerini gece uyumadan önce içiyorlar ise dişlerini fırçalamaları için onları uyarabiliriz. Kaldı ki sade sütün diş çürümelerini engellediği de sütün yararları arasında sayılır. Ayrıca sütün şekerli içilmesini de engelleyebiliriz. Kemik erimesi ile mücadele etmesi, kemik  ve beyin gelişimine katkısı kesinlikle tartışılmaz ama aşırı derecede süt içmenin vücudumuza demir alımını azalttığı gerçeğini de unutmamak gerekir. En önemlisi de süt alırken güvendiğimiz yerleri  ve markaları  tercih etmemiz, böylece kafamızda ki soruları sanırım biraz azaltabiliriz...








KAYNAKLAR : Prof.Dr. Kemal ÖZKÜTÜK
                    Arş.Gör. Serap GÖNCÜ
                    Beslenme ve diyet uzmanı : Taylan KÜMELİ

20 Ekim 2011 Perşembe

SAĞLIKLI BESLENMEK



Beni  çok meşgul eden sorulardan birisidir. Sağlıklı beslenmek nedir ?


Çok yemek, çok süt içmek, etten zengin beslenmek, bol bol salata yemek, ceviz-fındık gibi kuruyemişlerden bolca tüketmek, bal yemek, zeytinyağı tüketmek, yumurta yemek ya da yememek, sebzeleri az pişmiş ya da çiğ tüketmek, hergün belli bir vitamini almak...yapmak, tüketmek, kullanmak...Yıllardır duyarız bu açıklamaları, ben de kendimce hep dikkat etmeye çalıştım bu konulara. Üniversiteye başladığım yıllarda dikkatimi çekmeye başladı, aslında tercihlerim arasında da vardı Beslenme ve Diyetetik Bölümü, bir yaz tatilinde tanışmıştım o bölümde okuyan bir genç abla ile, o zaman son sınıfta okuyordu, çok özenmiştim. Sonra da Kimya Bölümünü seçtim zaten, ortak birçok alanı var, belki de bu yüzdendir besinlerle bu kadar yakın ilgilenmem. Bir de  besinlerin kimyası ile ilgili dersleri görünce benim için besinleri birer kimyasal madde gibi görmek kaçınılmaz oldu sanırım. Besin maddelerinin hastalanınca aldığımız ilaçlardan bir farkı yok benim gözümde. Ağzımızdan içeri giren her şey vücudumuz için çok önemli. Vücudumuz bize verilmiş mükemmel bir makine ve ona bakmak en önemli görevlerimiz arasında. Tabii bu düşünce zaman zaman beni rahatsız ediyor aslında, sürekli bu konularda düşünmek ve çoğu zaman da besinler konusunda gereğini yapamamak canımı sıkıyor. Bu olayı takıntı haline getirmeden uygulamaya geçirmek en güzeli, ben bu duruma gelmedim henüz. Bütün bunları öğrenmek  bir yandan mutluluk verirken diğer yandan da beni çok korkutuyor. Bazen keşke bilmeseydim dediğim zamanlar oluyor, çünkü öğrenmek demek sorumluluk demek... Bu konularda öğrenmek hiç bitmeyecek bana göre, öğrenmem gereken o kadar çok şey var ki, tabii öğrenince de uygulamam gereken. Bazen o kadar çok bilgi yoğunluğu oluyor ki takip etmekte zorlanıyorum, bu bilgilerin hangisi doğru acaba diye geçen bir araştırma safhası da var tabii. Çünkü günümüzde her alanda olduğu gibi bu konularda da bilgi kirlenmesi var, bu bilgilerin iyi ayıklanması gerekiyor. Her söylenen doğrumu acaba. Bir de araştırma sonuçlarının açıklanması uzun zaman alıyor, bazen bu süre yıllar alabiliyor...Ya da bu güne kadar bildiklerimizin aslında öyle olmadığı ortaya çıkıyor; yumurtanın yıllarca kahvaltı sofrasına bir suçlu gibi getirilmesinden özür dilenmesi gibi...


İşte bunlardan dolayı anne adaylarına ve yeni annelere daha bir farklı bakıyorum. Anne olmak sadece dünyaya bir çocuk getirmek değil, yeni doğan bu canlıyı besleyip, sağlıklı bir birey yapmaya çalışmak, yani bence alabileceğimiz en büyük sorumluluk. Bu sorun daha anne karnındayken başlıyor.  Artık herkes  biliyor;  annenin yediği besinler çocuk gelişiminde ve zekasında çok önemli.
Sağlıklı olmak ve sağlıklı beslenmek nasıl yapacağımı bilmediğim, sürekli araştırdığım, bu konu ile ilgili duyduğum her şeyi dikkatle anlamaya çalıştığım, not aldığım, kimi zaman özen gösterdiğim, kimi zaman da gösterdiğim özen kadar uygulamaya geçiremediğim ve bunun için de zaman zaman huzursuzluk duyduğum, hayatımın ve mutfağımın en önemli amaçlarından biri...Şimdi bunları biraraya toplamak ve hatırlamak için dönüp baktığım zaman okuyacak bir sayfam olsun diye yazmak zamanı... 







resim : www.bahcebitkileri.org

19 Ekim 2011 Çarşamba

SICACIK VE YUMUŞACIK POĞAÇA



Herhangi bir yerde fırından yeni çıkmış poğaçalar görsem aklıma hemen yolculuk gelir. Çocukluğumdan  beri yolculuğa çıkarken hazırlanan yolluk çantasının içinde mutlaka poğaça olurdu.Bazen yolculuğun eziyetine dayanamayıp ezildikleri olurdu ama yemesi her zaman zevk verirdi. Sebebi bu olsa gerek ne zaman poğaça yapsam ya da ne zaman bir yolculuk olsa bu ikili aklıma gelir. Eh hafta sonu da evde bir yolcu olunca gereği yapıldı ve istek üzerine fırından çıktı bu poğaçalar... Yetmedi bir tepsi daha yapıldı...




MALZEMELER

150 g margarin
1 çay bardağı sıvı yağ
2 tane yumurta ( 1 tanesinin sarısı üstüne sürülecek )
3 yemek kaşığı yoğurt
3,5 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
Bir miktar tuz

İÇ MALZEMESİ

İstediğiniz bir peynir türü ( lor, kaşar, beyaz peynir, mozarella...... )
Bol maydonoz
Tuz, karabiber

İç malzemesini  hazırlayıp bir kenara bıraktıktan sonra, derin bir kapta bütün malzemeleri karıştırıyorsunuz.Ama unu ilave ederken hepsini birden değil yavaş yavaş ilave edin,çok sert bir hamur olmasın,yumuşak olsun,  un fazla gelebilir, yani  aldığı kadar un denir ya işte öyle...Hemen şekil verip iç malzemeyi de ilave edince üstüne yumurta sarısını sürün ve 180 derecelik fırında kızarıncaya kadar pişirin.


AFİYET OLSUN



17 Ekim 2011 Pazartesi

YOĞURT ÇORBASI






MALZEMELER

½ çay bardağı pirinç
1 dolu yemek kaşığı un
1 yumurtanın sarısı
1 su bardağı yoğurt
5 su bardağı su
Sıvıyağ ( isterseniz tereyağ da olabilir )
Salça, nane, tuz

Pirinçleri yumuşayıncaya kadar bir miktar suda haşladıktan sonra üstüne yaklaşık 5 bardak kadar su ilave ederek kaynatmaya devam edin. Başka bir kapta un, yoğurt ve yumurtanın sarısını hiç topak kalmayıncaya kadar iyice çırpın ve kaynamakta olan pirinçlerinize ilave edin ama karıştırmaya da devam edin, kaynamaya başlayınca ocağı kısık hale getirip çorbanızı kendi halinde pişmeye bırakabilirsiniz. Çorbanızı  koyu isterseniz biraz fazla kaynatabilirsiniz ya da daha sulu isterseniz biraz daha su ilavesi yapabilirsiniz. Ocaktan indirmeden tuz ve nane ilavesi ile çorbanız hazır hale geldi bile. Eğer, ayrı bir tavada yağ ve salçayı hafifce kavurduktan sonra çorbanızın üstüne ilave ederseniz farklı  bir lezzet de elde etmiş olursunuz.


AFİYET OLSUN



10 Ekim 2011 Pazartesi

ÇİĞ BÖREK





Hafta sonu kahvaltılarını biraz daha fazla özenle hazırlamak ve daha bir keyifli hale getirmek isterseniz işte size basit bir tarif. Hem de evde kim varsa herkesin katkıda bulunabileceği  ve zevkle yapılıp, çayın yanında zevkle yenilen bir lezzet. Un, su, tuz  ile çok fazla sert olmayan, yumuşak bir hamur hazırlayıp yarım saat kadar dinlendiriyorsunuz. Bu arada iç malzemesini hazırlayabilirsiniz. Hazırladığınız hamura yeter miktarda kıyma, rendelenmiş soğan ve tuz ile birlikte arzu ettiğiniz baharatları karıştırarak iç malzemesini hazırlamış oluyorsunuz.  Sonra hamurdan  küçük parçalar koparıp, pasta tabağını geçmeyecek büyüklükte yuvarlaklar açıyorsunuz, fazla kalın olmamalı. Sonra hazırladığınız iç malzemeden yeterli miktarda koyup böreğinizin ağzını kapatıyorsunuz. Derin bir tavada ve derin bir yağda iki tarafı da kızarana kadar pişiriyorsunuz. 



AFİYET OLSUN 


6 Ekim 2011 Perşembe

SICACIK ÇORBA


Hani içiniz titrer, parmaklarınız uyuşur ve burnunuz soğuktan kızarır… üşüten soğuk rüzgarların ortaya çıktığı ve artık üstünüze biraz daha kalın giysiler giymenizi düşünmeye başladığınız zamanlardır…bir an önce sıcak evinize gitmek  için can atarsınız…ve evde sizi bekleyen  sıcak bir çorbanın hayalini kurarsınız. Sanırım işte tam da bu günlerdeyiz. Havalar ne sıcak ne soğuk, bazen aldatıcı, dışarısı iyi gibi ama evler soğuk. İçinde her şeyi olan bir çorbaya sanırım kimse hayır diyemez. Ben diyemem ve belki iki tabak bile içebilirim sıcak sıcak.



MALZEMELER

1 yemek kaşığı un
Zeytinyağı ( miktarı isteğe kalmış )
1 fincan kırmızı mercimek ya da yeşil mercimek (önceden haşlanmış )
1 fincan buğday ( önceden haşlanmış )
1 fincan kesme hamur
1 fincan nohut ( önceden haşlanmış )
1 yemek kaşığı domates veya biber salçası
Tuz, nane ve limon

Yağ ve unu güzelce kavurduktan sonra salçayı ilave edip şöyle bir karıştırıp 4 – 5 bardak suyu ilave edin. Salça miktarı tamamen damak tadınıza kalmış. Ben her iki salçayı da kullanıyorum, biber salçası güzel bir aroma veriyor.  Kaynamaya başlayacağı zaman hamur hariç malzemelerin hepsini ilave edin ve karıştırarak kaynamasını bekleyin. Kaynamaya başlayınca ocağınızı kısabilirsiniz, böylece koyulaşıncaya kadar kaynamaya bırakın. Çorba kısık ateşte ne kadar çok kaynarsa bir o kadar güzel oluyor, bu benim fikrim tabii…Eğer sulu ise biraz daha kaynatabilir, koyu ise biraz daha su ilave edebilirsiniz.Bu arada kırmızı veya yeşil mercimek ikisi de tercihe kalmış ama ben ikisini aynı anda  kullanıyorum.  Ocaktan indirmeden 10- 15 dakika önce hamurları da atabilirsiniz, çünkü hamurlar çabuk pişiyor. Tuzunu da attıktan sonra üstüne de bol nane…Limonsuz olmaz tabii.İçi bol taneli ve süper besleyici çorbanız hazır.



AFİYET OLSUN 



1 Ekim 2011 Cumartesi

MERCİMEKLİ KÖFTE



Bilmeyen yoktur sanırım, yapılışını kastettim, hemen herkes yapmıştır. Ama nedendir bilmem kimde yediysem herbiri farklı tat ve lezzetteydi. Yani herkesin kendine özgü bir tarifi ya da el lezzeti var sanırım. Diğer yemekler için de aynı şey geçerli, aynı malzemeler kullanılsa da farklı lezzetle çıkar ortaya. Mercimekli köfte de öyle işte...Yapılışı çok kolay ama bir o kadar da riskli yani ölçüleri iyi ayarlanmassa kötü sürprizlerle karşılaşılabilir. Mesela mercimekleri pişirdiğiniz suyun miktarı gibi, ilave edilen bulgurun miktarı gibi. Bunun için de ölçülere uymak gerekli, en azından benim için. Geri kalan da baharat kısmı zaten. Bu da zevklere ve alışkanlıklara göre değişir.



MALZEMELER

2 su bardağı mercimek
2 su bardağı su
1,5 su bardağı ince bulgur
3-4 tane kuru soğan
Yeterli miktarda domates ve biber salçası
2-3 tane sarımsak
Nar ekşisi
Limon
½ demet maydonoz
3-4 adet taze soğan
Tuz, karabiber, kimyon
İsteğe göre diğer baharatlar
Ve tabii zeytinyağı

Mercimekler yumuşayıncaya kadar haşlanır, ocaktan alınır ve bulgur ilave edilerek tencerenin kapağı kapatılıp soğuyana kadar bekletilir ki  bulgurlar da yumuşasın. Soğumasını beklerken küçük küçük doğradığınız soğanlar zeytinyağında pembeleşene kadar kavrulur ve mercimekli  bulgur karışımının üstüne dökülür. Nar ekşisi gerçekten önemli, çok hoş bir lezzet ve aroma katıyor. Limon da öyle, ekşinin kıvamı güzel ayarlanmalı, tabii tamamen zevkinize göre...Sarımsak ve diğer baharatların da ilavesi ile güzelce karıştırılır. Taze soğanlar ince ince doğranır, tabii maydonozlar da... En son maydonoz ve taze soğanlar eklenir ve şekil verilir. Bu sefer ben normal bildiğimiz  şeklinden farklı yapmak istedim ve böyle bir sonuç ortaya çıktı, ziyaret ettiğim bloglardan birinde görmüştüm. Hoşuma da gitti, farklı oldu işte...


AFİYET OLSUN